Çukurova Çevre Çalıştayı 17 Aralık günü Adana’da yapıldı. Büyükşehir ve Doğu Akdeniz Çevre Platformun birlikte organize ettiği temiz çevre için iş birliği çalıştayında; “Hava kirliliği, deniz-su kirliliği, kimyasal kirlilik-atık yönetimi, İklim krizi/biyoçeşitlilik kaybı, çevre-sağlık/gıda güvencesi, çevre mücadelesi ve hukuksal çerçeve” gibi konuları panel ve katılımcı toplantıları ile irdelendi. Uzun zamandan sonra yaklaşık 200 kişinin kayıtlı katıldığı çalışmaya ilgi çok büyüktü.
Çalıştayın açılış konuşmasını aynı zamanda çalıştayın düzenleyicilerinden Prof. Dr. Ali Kocabaş yaptığı açılış konuşmasında “doğanın kendine özgü dinamikleri ile meydana gelen değişimlerin günümüzde insan eliyle bozulması ve tahrip edilmesi sürecinde Çevre mi? Ekolojimi sorusunu sordu. Kocabaş, çevre kendi öznesinde sınırlı alanla tanımlandığını, ancak ekolojik ağın bütün canlı ve cansız yapıyı kapsadığını ve ekolojik ağın koruyuculuğunun önemini vurguladı. Küresel ısınmanın arttığını ve sonuçta toprak, su, hava ve gıda güvenliğinin riske girdiğini belirtti. Kocabaş, atmosferi ısıtan sera gazlarının salınımından yoksulların payının %7 kadar olduğunu belirti. Küresel ısınmanın toplum sağlığını özelliklede yoksulların sağlığını (kalp damar, kanser ve diyabet) bozduğunu belirtti.
Prof. Dr. Mahir Füsunoğlu,
Çukurova ve özelde Adana’da Osmanlıdan günümüze ekonomik ve endüstriyel gelişmelerini anlattı. Sanayileşme sürecinden 150 yıl kadar önce başladığını, verimli pamuk üretimi sanayi daha çok çırçır ve iplik sanayisine bağlı olarak örnek uygulamalar olarak gösterilmiştir. 1900’lardan sonra bölgede önemli çırçır, tütün işlem fabrikaları olduğu belirtiliyor. 1970’li yıllardan sonra tarımdan sanayiye geçişin hızlandığı dönemde sanayiye yapılan teşviklerden bölgenin yararlanılmaması nedeniyle beklendiği gibi sanayinin gelişmediğini belirtiler. Bölgede tarıma dayalı sanayileşme uygulamaları yerini küçük ve orta boy sanayileşmeye bırakmış ancak yine de beklenilen gelişmeyi sağlayamamıştır.
Çukurova bölgesinin bereketli toprakları İngiliz ve Fransızlar için pamuk üretimi alanı olarak görülmüş. Bölge daha sonraları pamuktan sonra buğday, karpuz, susam ve narenciye tarımına ağırlık vermiş. Bölge aynı zamanda önemli madencilik faaliyetlerinin yürütüldüğü bir bölge olduğunu belirtiler.
Adana ve Mersin’de ki ekonomik gelişme ve GSMH’nin Türkiye ortalamasının altında olduğunu belirtiler. Adana ve Mersin artık tarımsal üretimde sahip olduğu birincilikten 3 ve 4 sıralarda yer almaktadırlar. Bölgenin nüfus yoğunluğunun Türkiye ortalamasının üzerinde 4 milyon olduğunu belirtiler. Gelir dağılımı adaletsizliğinde de bölgenin çokta gelişmiş olduğunun söylenmeyeceği görülmektedir. Prof. Füsunoğlu bölgenin nüfus büyüklüğü ve ekonomik potansiyeli beklenildiği gibi tarım ve sanayide gelişmediği gibi Türkiye ortalamasının altında yer aldığını, Adana ve Mersin’in GSYİH’ya katısı %0.23 ile ilk 15 il içinde yer aldıklarını belirti. 2020 yılı TÜİK verilerine göre Adana ve Mersin’in toplam GSYİH’ ası 195.9 milyar TL. Türkiye’nin GSYİH’ ası ise toplamda 4746,8 milyar TL olduğunu belirti.
Prof. Dr. Kayıhan Pala,
Çukurova’da kirli havadan kaynaklanan ölümlerin yüksekliğini işledi. Hava kirliliğinin erken ölümlere neden olduğunu belirtiler. Prof. Pala, başta endüstri bölgelerinde hava kirlilik değerlerinin Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen değerlerinden yüksek olduğunu belirtti. Enerji kaynağı olarak halen fosil yakıtların kullanılması sonucu atmosfere salınan atık gazların ve kömür gibi yakıtların partikülleri süzülmeden havaya bırakılması sonucu kentlerin havasının kirlendiğini belirtti. Atmosfere salına partiküllerin yıllar itibarı ile arttığını grafikler ile anlattı. Atmosfere salınan partiküller ile birlikte azot oksit, kadmiyum, cıva ve kurşunun çevreyi kirlettiğini belirttiler. Kentlerin yanlış yer seçiminin hava kirliliğine ayrıca yol açtığını belirtti. Kentlerin varoşlarındaki yoksulların hava kirliliğinden etkilendiğini belirtiler. Başta Mersin, Andan ve Hatay illerinde 2021 yılı içinde atmosferde metre küpteki partiküller miktarının kritik değer olan 20 mikrogram metreküpün üzerinden olduğunu belirtiler.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş,
Toprak kirliliği konusu ile gıda güvencesi ilişkisini işledi. Gıdaların %96’sının topraktan sağlandığını ve toprağın kirlenmesi ile gıda arzının azalacağını ve buda canlılığın sürdürülebilirliğini tehdit ettiğini işledi. Toprak kirliliğine neden olan etmenlerin başında tarım arazilerinin önemli bir kısmının amacı dışında kullanılması ile topraklar üretimin dışına çıkarılmaktadır. Türkiye’nin toplam 27 milyon hektar tarımsal alanının 4 milyon hektarın tarımın dışında çıkarıldığını belirttiler. Tarımsal girdilerden kimyasal gübre ve ilaçlar toprakları ciddi olarak tehdit etmektedir. Kentlerin ve sanayi atıkları ve kirli suların toprağı kirletmektedir. Toprak kirleticileri toprağı fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak kirletilmesi ile bitkilerin gelişimi sınırlanmış olacağı belirtildi. Çukurova bölgesinin toprak kirliliğini tehdit eden unsuların başında geniş tarım alanların amacı dışında kalmış olması, kimyasal gübre ve pestisit kullanımı, çevresel atıklar, kirletilmiş atık sular ve örtü altı yetiştiriciliği sonrası ortamda kalan plastiklerin mikronize olup toprağa karışarak toprağı kirlettiğini belirttiler. Ayrıca bölgedeki termik santraller, petrol boru hatları ve petrokimya tesislerinin olası kimyasal kirlilikleri tetikleyebileceğini belirterek şimdiden önlemelerin alınmasının önemini vurguladı.
Prof. Dr. Berkant Ödemiş,
Su kirliliğine neden olan, organik, ağır metal, pestisit, yağ ve türevleri gibi bileşiklerin suları kirletmektedirler. Su kirliliğinin doğudan insan sağlığının etkileneceğinden temiz su kullanımın dünyada ciddi sorun olduğunu belirttiler. Endüstri atıklarının temiz suları ve denizleri kirlettiğini bunların dışında kentin çöpleri, atık suları, plastiklerinde denizler ve gölleri kirlettiğini belirttiler.
Doç. Dr. Sedat Gündoğdu,
Çukurova’da kimyasal kirlilik ve Atık yönetimini işlediler. Gündoğdu, son yıllarda çok fazla kimyasalın ortama sürüldüğünü ve bununda toplum sağlığını bozulduğunu belirttiler. Yeni kimyasallar içinde mikronize plastikler, pestisitler, antibiyotikler, uçucu organik bileşikler, değişik petrol türevleri, sentetik kimyasal katkı maddelerinin geldiğini belirtti. Hatta bölgede sentetik uyuşturucularında toplum sağlığını etkilediğini belirtiler. Gündoğdu, söz konusu kirleticilerin 2000-2015 yıları aralığında hızla artığını da grafikler ile gösterdi. Türkiye’nin pestisit kullanımında yüksek düzeyde kullanalar listesinde olduğunu belirttiler.
Gündoğdu, Türkiye’nin çok ciddi bir plastik üssüne döndüğünü ve sulara çok fazla plastik deşarj edildiğini belirtti. Bölgede işletilen plastik işletmelerinin atık suların ileri düzeyde arıtılmadan ırmak ve nehirlere bırakılması ile sulardaki canlılara çok ciddi zarar verdiğini belirttiler. Gündoğdu, bölgede üretilen çöplerin çoğunluğunun düzenli olarak depolanmadığını belirti. Başta Sofulu çöplüğü ve diğer katı atıkların içeriğinin çoğunlukla bilinmediğini ve çöp sorunun olası kirlilik etkilerine dikkat çekti.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay,
Biyoçeşitlilik kaybını işlediler. Orman toprağı ekolok Tolunay iklim değişimlerin yaşanacağını ve buna bağlı olarak sıcaklığın artacağını, su kıtlığı ve yangınların da artacağını belirttiler. İklim değişimleri soncu Türkiye’de sıcak hava, kuraklık ve şiddetli yağışların birçok yönlü ekolojik kayıplara yol açacağını belirttiler. Mersin’de sık sık yaşanan dolu, aşırı yağışların seralara verdiği zararın milyarlarca TL’lik bedellerin oluştuğunu belirttiler. Doğanay Tolunay, bölgedeki biyoçeşitlilik potansiyelinden söz ettiler. İklim değişimleri ile tür kaybı yaşanacağını belirtti. Bölgenin önemli orman ağaçlarından Toros Köknarın bölgede yetişemeyeceğini belirtiler.
İklim değişimlerinin bölgenin tarımı üzerinde de çok olumsuz etkileri olacağını özellikle de ani yağılar ve sellerin tarım üzerinde olumsuz etkileri olacağını fotoğraflarla belirtti.
Dr. Bülent Şık,
Ekolojik yıkım ve gıda güvencesi sorunu konusunu işledi. Mevcut dünyadaki her on kişiden birinin açlık sorunu yaşadığını belirttiler. Gıda güvenliğini tehdit eden ana sorunların başında iklim değişimleri, toksik nitelikli organik ve inorganik kimyasal maddeler, biyolojik çeşitlilik kaybına bağlı doğal yaşam alanlarının daralması olarak belirttiler. Dr. Şık, Çukurova bölgesinde gıda güvencesini engelleyen en önemli sorunun organik madde yetersizliği olduğunu ve bazı toprakların %1’den daha az organik madde içeriğine sahip olduğunu belirtti.
Su kirliliğinin bölge için ciddi sorun olduğunu, sularda toksik kimyasal kirliliğin çoğunlukla binlerce yeni kimyasallardan perflorlu ve poliflorlu alkil türü bileşiklerden kaynaklandığını belirtti.
Dr. Cavid Işık Yavuz,
Bölgedeki hava kirliliği ile toplum sağlığı ilişkisini işledi. Türkiye’de en çok aracın bu bölgede olduğunu belirtiler. Çukurova Bölgesinde hava kirliliğine bağlı olarak erken ölümlerin Mersin’de % 24 ve Adana’da % 16 düzeyinde gerçekleştiğini belirtiler. Bölgedeki illerde GSMH’den daha az pay alan yoksulluğun yüksek olduğunu belirtiler.
Prof. Dr. Tacettin İnandı, Prof. Dr. Ali Osman Karababa ve Haşmet Biçer panellerde oturum başkanlıkları ve sunumlar yaptılar. Ayrıca, Selahattin Menteş, İsmail Hakkı Atal, Semra Kabasakal, Sabahat Aslan, Nermin Yıldırım Kara ve Nilgün Karasu panel yöneticiliği ve değerlendirmelerde bulundular.
Öğleden sonra bölgenin çevresel sorunları 7 alt başlıkta gurup çalışmaları yapıldı. Çalıştayları ve sorgulamayı daha çok önemsedim. Katılımcıların sürece katılması ve yerelde karşılaşılan sorunların tanımlanması ve çözüm önerilerini önemsedim. Tabii sınırlı zaman süreci içinde ortamı kilitlememek şartıyla bunları hep yararlı gördüm. En azından kişiler görüşlerini anlatabilme şansına sahip oldular.
Osmaniye’den Mersin’e Çukurova Bölgesinde yaşanan toprak, su ve hava kirliliğine bunun sonucunda da çevresel sorunlara yol açan ekolojik sorunları ve çözüm önerileri konusunda yapıcı önerileri geliştirdiler. Toplantılar sırasında gruplarda yer alan katılımcılar sabah panellerde konuşmacıların sunularında öğrenmek istedikleri veya önemsedikleri konular ile ilgili sorularını yazılı olarak illetiler. İlgili sorular grup yönetimlerine dağıtılarak olası sorunlar belirlendi. Konular 2.5 saat kadar tartışıldı ve grup sözcüleri çalıştay toplantısında öne çıkan önerileri sunarak katılımcıları bilgilendirdiler. Yorucu bir çalıştay sonrası panelisteler konuşmalarını ve grup raporlarını bir araya getirilerek bir çalıştay kitabı çıkarılacağı yöneticiler tarafından belirtildi.
Panelde sunduğum toprak kirliliği konusunda soru formu üzerinden çok fazla sorunun sorulduğu ve öneride bulunulduğu gördüm. Bu durumda eksikliği hissedilen toprak kirliliği konusunda daha çok araştırma ve yayın yapılması gerekliliği de ortaya çıktı. Sanırım omuzlarıma bir yük daha bindi.
Türkiye’nin en şanlı yeri olan Çukurova gibi bir tarafı Toros dağları, diğer tarafı Akdeniz’in maviliği ile bölge en üretken durumdadır. Ekolojik yapısı, uygun iklimi ve üretim çeşitliliği ile yaşanabilir en uygun ortamı sağlamaktadır. Bereketli tarım toprakları ve sıcak insan yapısı ile Türkiye ekonomisine çok ciddi katkı yapabilecek kapasitededir. Limanlar, havaalanları ve otobanları ile lojistik desteği yüksek bölgenin, güzelim verimli tarım alanlarını ve ekolojisinin kar ve para hırsına yenik düşülmemeli. Bölgenin tarımsal potansiyeli ve endemik biyoçeşitliliği doğasına uygun olarak birlikte bir arada barış içinde yaşamak için bölgeye yapılması planlanan petrokimya, termik santraller ve nükleer santral doğamızı zehirleyecek şekilde zararlı olmamalı. Zorunlu işletmelere tarıma uygun olmayan V-IIIV sınıf alanlara kaydırılmalı. Suya, doğal hayata zarar vermemeli.
Sonuçları yakında yayınlanacak çalıştay kitabı ile çalıştayda öne çıkan öneriler üzerinden kamuoyu yaratmak, STK’lar, yerel yönetimler ve siyasi partiler düzeyinde toplumda farkındalık yaratmak amaçlandı. Ayrıca toplantıya duyulan yoğun ilgi, çalıştay çıktılarının ileride çevre örgütlerinde çalışan duyarlı kişilerin eğitimine katkıda bulunmak, ekolojik mücadeleyi daha da genişletmek amacına yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak Çukurova halkı bölgenin kirletilmesine karşı olmakla beraber temiz hava, temiz su ve temiz toprak ortamında hem üretmek hem de sağlıklı bir şekilde yaşamak istiyor.